Prof. Dr. İlber Ortaylı
25 Eylül 2011
Hiçbir zaman efsaneleşmedi
Başbakan Erdoğanın Arap Baharı gezisinde adı sıkça anılan eski Mısır lideri Cemal Abdülnasır, Arap folklorunda bir portre olarak kaldı.
9 Haziran 1967de Arap dünyası tarihinin en trajik mağlubiyetini yaşıyordu. İsraile karşı mağlubiyeti korkunç yapan, utanç ve ümitsizlikti. Birkaç gün önce Arap dirilişi neymiş görecekler diyen kitleler kendilerini suçlamaya başladı. Arap dünyasının lideri durumundaki Cemal Abdülnasır ağlayarak istifasını açıkladı. Çöküntü sonucu kitleler sokağa döküldü. Nasırı yalvararak geri çağırıyorlardı.
Nasır uzayan gösterilerle görevine döndü. Konumunu anlamıştı, bundan sonraki siyasi hayatı daha mutedil, uzlaştırıcı, gerçeği takip eden bir tona büründü. Araplar arasındaki çatışmaları yatıştırmaya, büyük devletler arasındaki dengeye dikkat etmeye, anti-Amerikanizmin tonunu kısmaya gayret etti. 1956da Fransa, Britanya ve ABDyi hizaya getirmiş gibiydi ama aynı gruplar 1967 Haziranında İsrail ile birlikte ona çok acımasız davrandılar. Efsane sönmüştü, en müfrit taraftarları bile onu yenilen ama idealist bir savaşçı olarak niteledi. Yorulan dimağı şoklara dayanamadı. 28 Eylül 1970 akşamı ani bir kalp krizi ile bu dünyadan ayrıldı. Cenazesi onun yarattığı ümitlerin kayboluşuna bir ağıttı. Anıt mezarı uzun bir zaman bir alay fakir fellahın, mütevazı maaşlı öğretmenlerin ve küçük insanların ziyaret ettiği yer oldu.
Ülkesinin binlerce yıllık köylü çizgilerini taşıyan bu uzun boylu subay 1918 başlarında doğmuştu. Sefil değildi ama Mısırın hayatı zorlukla taşıyan yüz binlerce insanından biriydi. İskenderiyedeki posta memuru babanın imkânı yoksa, Kahiredeki amca Cemali okuttu. Osmanlının bu yörelerde tanınan paşası Cemal Paşanın ismi ona verilmiş diyorlar; mümkündür. Başarılı olamasa da Mısırda işgalci İngilterenin karşısına dikilen Cemal Paşanın adı 1917-1918 yıllarında birçok erkek doğan bebeğe kondu.
Cemal Abdül Nasırın ölümünün ardından Mısır gittikçe Mısırlılığı benimsedi. Kimse onun gittiği yolu takip etmedi.
Süveyş Kanalını geri aldı
Cemal okudu, muhtemelen hukuku siyaset ve halkını savunmak için denedi. Belki zor geldi, belki parasızlıktan askeri eğitimi tercih etmek zorunda kaldı. Mısırın bütün subayları gibi İngilizcesi vardı. İdaresini ve ordusunu tanıdıkları için İngiltereden nefret ediyorlardı. 1950lerin başında Mısırdaki Amerikan diplomatları sonraki dönemden farklı olarak bu genç askerleri Britanyaya karşı destekliyorlardı. 1948 Arap-İsrail savaşı ve birleşik Arap ordularının İsrail karşısındaki başarısızlığı; Arap aydınlarında ve askerler arasında mevcut monarşilere karşı düşmanlığı, İngiltereye karşı kini artırmıştı.
Nasırın arkadaşları Zekeriya Muhiddin, Abdülhakim Amr ve Enver Sedat ilk örgütlenmeyi meydana getirdiler. 1952de ise general Muhammed Necibin başkanlığında darbeyi gerçekleştirdiler. General Necib mutedil bir darbeciydi. Hatta Kral Faruku kovmalarına rağmen monarşinin devamında bile bir sakınca görmedi. Ama galiba Abdülnasırın sınır tanımaz radikalizmi ve siyasi hırsları burada rol oynadı. Kendi arkadaşlarıyla General Necibi uzaklaştırdılar ve cumhuriyeti ilan ettiler.
Hedef, Mısırın en büyük gelir kaynağı olan Süveyş kanalının İngilizlerden alınmasıydı. Nasır bunda muvaffak oldu. Amerikalıların gözünde dahi komünist olmadığı açıktı, toplumunun şartları ölçüsünde Müslüman Kardeşler ile de geçinemedi. Giderek liderleri Seyyid Kutubu idam ettirmeye varacak derecede sindirme faaliyetlerine başladı. Az sayıdaki liberallerle geçinmesi mümkün değildi, eski toprak sınıflarıyla da gittikçe uzaklaştı, o dünyanın şartlarında diktatörya kaçınılmazdı.
Arapları birleştirme savaşı
1955te Bandung konferansına katılarak Amerika ve Avrupa blokuna karşı Yugoslavya devlet başkanı Josip Tito ve Hindistan Başbakan Javaharlal Nehru ile birlikte Bağlantısızlar Hareketini başlattı. Bu üçlünün içinde Tito Sovyet Rusyaya karşı tutumuyla güvence veriyor, Nehru da Hintli aristokrat Brahmanlığı ile en büyük demokrasi ülkesinin bilge lideri havasını yaratıyordu. Nasır ise Arap dünyasının liderliği için Bağlantısızları kullandı.
1956da İngiltere, Fransa ve İsraile karşı askeri yenilgiyi tattı. Ama doğrusu ustalıkla yürütmeye başladığı diplomatik ilişkiler ve politik manevralarla Mısırlılar ne olduğunu kendilerinin bile tarif edemedikleri ilerici Arap dünyasının liderliğini üstlendiler. Nasırın reformları bir yanıyla şık görünüyordu. Sayısı önemli olmasa da okula giden kız çocukları, okuma yazma öğrenen kadınlar, önce eğitim dünyasını ardından bürokratik tırmanışı tadan köylü çocukları; ne olduğu belli olmayan toprak reformunu örten görünümlerdi. Hiç şüphesiz yatırımlar yetersizdi. İşsizlik herkese iş ama çok az maaş düsturuyla görünüşte vaziyeti kurtarır gibi oldu. İktisatçıların dudak büktüğü bu tedbirin, kitleyi kontrol altına aldığı açıktı.
1968de Sovyetler Birliğinin yardımı ile Nil üstündeki Asvan barajı tamamlandı. Yarattığı ve yaratacağı çevre sorunlarına rağmen bu baraj Mısırın çehresini değiştirecektir. Kendisini reddeden Batı mali çevrelerine karşı Sovyet iktisadi ve askeri desteği ile birlikte Mısır gittikçe ABDnin hedefi haline geldi. 1967 savaşı Nasırın Arap dünyasını birleştirmek için başvurduğu bir zorunlu bir seçenekti. Sonuç hazindir.
Nüfus ve fakirlik artıyordu
O dönemin şartları içinde Araplık vurgulandı ve İslam dahi bu etnik milliyetçilik için kullanıldı. Türkiyenin batı kampında bulunması, Nasır ile Türkiyeyi karşı karşıya getirdi. Bu münaferette Türkiye kadar Arapların, özellikle Nasırcı cephenin de hatası vardır. Mısırın 1958 başlarında Suriye ile kurduğu Birleşik Arap Cumhuriyeti Nasır ve Kahire tarafından ön planda Mısır imparatorluğu olarak düşünüldü. Suriyeliler kırgındı, üç yıl sonra birlikten çekildiler. Pan-Arabizm ilk çelişkisini yaşıyordu. Gittikçe zenginleşmeye başlayan petrolcü Arap ülkelerine karşı gerici güruhu sloganıyla saldırmak faideli bir sonuç sağlamadı. Çünkü Mısır fakirdi ve işgücü fazlası o gerici ülkelerin eline bakıyordu. Bir kısım Mısırlılar oralarda edindikleri zenginliği Nasırcı rejime karşı kullandılar. Müslüman Kardeşler hareketi kuvvetlendi.
Nasırın ölümünden sonra Mısır giderek Mısırlılığı benimsedi. İzleyicilerinin hiçbiri Nasırın yolunu izlemedi, zaten bu yolun ne olduğu müphemdi. Artan nüfus, artan fakirlik çıkmazı büyütmüştü. Ama Nasır elan bazı çevrelerde yaşayan bir efsane, tarihi bir portre olmaktan çok Arap folklorunda bir portre olarak kaldı. Halk çocuğuydu, diğer liderlerin aksine büyük servet edinmedi. Hatta dul eşi bile devletin verdiği lojmanda oturuyor diyorlardı. Nasır bir devrin adı ama tekrarlanamayacak bir portredir.
Bu yazı 5,639 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
20 Kasım 2011
Ülkeyi ıslah eden padişah
-
13 Kasım 2011
Büyük savaşın bitişi
-
6 Kasım 2011
Padişaha bayramda at hediye edilirdi
-
30 Ekim 2011
Temel ilke: Eser yerinde ağırdır
-
23 Ekim 2011
Bizim emperyal prensesimiz
-
16 Ekim 2011
Bakü günleri
-
9 Ekim 2011
Türkiyenin anayasaları nasıl hazırlandı?
-
2 Ekim 2011
Gençler onu iyi izlemeli
-
25 Eylül 2011
Hiçbir zaman efsaneleşmedi
-
18 Eylül 2011
Bir asır sonra Trablusgarp Savaşı
-
11 Eylül 2011
Kamhi ailesine yapılan çirkinlik
-
4 Eylül 2011
Zamanın farkında olmak
-
28 Ağustos 2011
Ağustos ayı ve II. Dünya Savaşı
-
21 Ağustos 2011
Çokbilmişler ve İstanbulun kamusal binaları
-
14 Ağustos 2011
Hataydaki büyük görgüsüzlük
-
7 Ağustos 2011
Güney İtalya ve Osmanlılar
-
31 Temmuz 2011
Norveçteki caninin bize gösterdikleri
-
24 Temmuz 2011
Türk dostu Macaristan veliahtı
-
17 Temmuz 2011
Cem Sultanın trajik hayatı
-
10 Temmuz 2011
Kudüsün fethi
Yorumlar
+ Yorum Ekle