Prof. Dr. İlber Ortaylı
24 Temmuz 2011
Türk dostu Macaristan veliahtı
Birkaç gün önce hayatını kaybeden son Macaristan veliahtı Otto von Habsburgun sülalesinin tarihi fonksiyonu Türkiye ile savaşmaktı. Buna rağmen o çağdaş Türkiyeyi hep sevdi ve savundu
Temmuz başlarında son Avusturya imparatoru ve Macaristan kralı I. Karlın oğlu Otto von Habsburg 99 yaşında öldü. 1916da babası Avusturya imparatoru ve Macaristan kralı olarak tahta geçtiği vakit, yani 4 yaşından beri veliahttı. 1918de Avusturyada cumhuriyet ilan edildiğinde son imparator tahttan vazgeçtiğini açıkladığı için Otto hayatının bundan sonraki kısmını son Macaristan veliahtı olarak sürdürdü.
Geçen cumartesi ayın 16sında Viyanada ünlü Stefan Katedralinde yapılan ayin ve sıcakta on binlerin takip ettiği cenaze alayının ardından Kapuzinler Kilisesine son veliaht olarak defnedildi. Bundan sonra Habsburgların böyle bir törenle aynı yere gömülüp gömülmeyeceği tartışılır. Çünkü Otto von Habsburgun yaşarken resmi unvanı Almanyadan seçilen Avrupa parlamentosu üyesiydi. Ama asıl
2 yaşından beri taşıdığı son Avusturya-Macaristan veliahtı onun kanuni unvanıydı.
Viyanada defnedildi, ertesi gün kalbi Macaristana gömüldü
Otto von Habsburg muhafazakardı, değil komünistlere sosyalistlere bile tahammülü yoktu, hiç kuşkusuz Hıristiyandı. Ama bu kanadın içinde çok farklı bir duruşu temsil ediyordu. Habsburg hanedanı onun zamanında sürgünü paylaşan Osmanlı hanedanı üyeleri ile çok yakın ilişkilere girdi ve son veliaht sülalesinin tarihi fonksiyonunun Türklerle savaşmak olmasına rağmen Avrupa politikasında çağdaş Türkiyeyi savunan ve seven bir kişilikti. Belki de ebeveyni I. Karl ve İmparatoriçe Zitanın İstanbulu ziyaretleri, Türklerle ittifak halinde I. Cihan Harbini yürüten bir ülkenin mensubu olmasını hatırlamıştır.
Son Macaristan veliahtı Otto van Habsburg Belçikada siyasi ilimler okudu, doktor
unvanına sahipti.
Nazilerden sonuna kadar nefret etti. Bu sadece lafta değildi, her kanattan tarihçi onu Nazilere karşı direnen liderlerden biri olarak tasvir eder. Otto, 12 Mart 1938de Avusturyanın Almanya tarafından yutulmasından sonra ABDye sığındı. İspanya Kralı Juan Carlosu Franco nezdinde taht için desteklediği söylenir, onun demokratik eğilimini anlamıştı. Siyasi hayatında demirperde gerisinde kalan ülkelerin -ki bunların bir kısmı eski Avusturyanın taç ülkeleriydi- Avrupalılar olarak haklarını savunmuş, adeta onların temsilciliğini üstlenmişti.
Otto, Belçikada siyasi ilimler okudu, doktor unvanlıydı. Akranı ve tanıdığı Osmanlı hanedan reisi Osman Ertuğrul Efendi de onun gibi Pariste siyasi ilimler okumuştu. Doğrusu Avusturya tahtı üzerinde fazla bir iddiası yoktu ama Macaristan tahtı üzerindeki umutlarını ömür boyu kaybetmemiştir. Bu nedenle babasının da yönlendirmesiyle mükemmel Macarca öğrendi. Çocukları için de bu eğitime çok dikkat etti. Avrupa dillerinden Almanca, Fransızca, İspanyolca, Latince, İngilizce, İtalyanca, Hırvatça ve Macarcayı iyi bilirdi. Zira annesi İmparatoriçe Zita bir gün
bu ülkelerden birinin tahtına oturacağını düşünmüştü. Bugünkü Habsburglar, Macar kültürüne bağlıdır ve herhalde Macar tahtını umut ediyorlar.
1919 nisanında sosyalist Avusturya cumhuriyeti ailenin bütün mal varlığına el koymuş ve onları sürgün statüsünde tutmuştur. Ama Almanyaya karşı Avusturya vatanseverlerini her zaman destekledi ve Avusturyadaki monarşist hareketin de ucunu bırakmadı. Geçen hafta Viyanada defnedildiğinin ertesi günü de kalbi Macaristandaki Panonhalma Manastırına gömüldü. İki ülke ile de ilişkisini koparmadığı böyle vurgulandı.
Habsburgların erkek kanadı Maria Theresa ile bitmiştir. Lorrain Dükası Karl, imparatoriçe Maria Theresa ile evlendi ve bu nedenle sülale Habsburg-Lothringen diye anılır. Avusturya ile 1790 Zitvatorok Antlaşmasından beri bir daha savaşmadık ama hiç şüphesiz Türk harpleri Avusturya kimliği için vazgeçilmezdir. Buna rağmen ölen veliaht Avrupa platformunda muhafazakâr liberallerin en geniş görüşlü temsilcisiydi ve hakikaten bir Türk dostuydu.
90ıncı yılında Ankara Müsalahası
Eski dildeki terim daha uygun, bu bir nevi agreman değil, bir uyum (accords). Fransanın eski bakanlarından, aslen gazeteci Henry Franklin-Bouillion ile Ankaradaki TBMM hükümetini temsilen hariciye vekili Yusuf Kemal (Tengirşenk) arasında imzalanmıştır. Franklin-Bouillionu başbakan Aristid Brion hükümeti Mayıs 1921 sonlarında bu görevle Ankaraya yolladı. Bouillion 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı sırasında Türkiyeyi tanımıştı. Bu sefer İstanbul-Trakya ve Makedonyada değil, güneyde ve Anadolunun kalbinde Türkiyeyi en zor şartlarda tanıdı. Ekim sonlarına kadar yeni Türkiyeyi inceleme fırsatı oldu. Kamyona karşı kağnının zaferi onun sözü olmalıdır. Demiryolunun dışında sahillerle kara bağlantısı olmayan, mühimmatın kağnılarla taşındığı, yokluklarla boğuşulan bir milli mücadeleyi kastediyordu.
Fransa Avrupa politikasında Avusturya-Almanya ve diğer tarafta İspanya çemberine karşı 15inci yüzyıldan beri Osmanlı gücünü yanında hissetmeyi tercih etmiştir. 18inci yüzyılda bu politika devam etti ve 1853 Kırım Savaşında zirveye ulaştı. Balkan Savaşından itibaren Fransa, Türkleri karşısına almayı tercih etmiştir. Ama I. Cihan Harbi sonunda ortaya çıkan Britanya üstünlüğü, Fransız çevrelerde tahammül edilir bir durum değildi. Sur içindeki İstanbul, Fransız işgal bölgesiydi. Şehre Fatih gibi giren Mareşal Franchet dEspèrey, Anadoludaki direniş için Her şeye rağmen Jön Türkler bu milleti temsil eder
ve gelecek onlarındır. Buradaki ihtiyar Türkler sadece çürümüş bir zümredir demişti.
Fransa, Britanyanın karşısında uğradığı hayal kırıklığından olacak, Anadoludaki milli mücadeleye sıcak bakmaya başladı. Tek neden bu değil; Antep, Maraş, Urfa ve Çukurovadaki direniş Türkiyenin bazı kurumlarının sağlamlığını gösteriyor. Dünya savaşında yenilmiş olsa da, silahlarından tecrit edilse de Türk kumandan ve subay sınıfı direniş kuvvetlerini örgütlemeye hazırdı ve başarılı da oluyordu. İşgalci Fransanın buradaki Hıristiyanlarla işbirliği, halktaki direnişi artırdı. Direniş şiddetli oldu, yorgun Fransa Anadolu
ile barışı tercih etti. Zira I.
Cihan Harbi galipler için de
bir Pirus zaferiydi.
Bu antlaşma tekrar hatırlanıyorsa iki ülke arasında bir yakınlaşma vardır
20 Ekim 1921de Franklin Boullionun gelişinden aylarca sonra imzalanan antlaşmada Fransanın bugünkü Hatay vilayeti hariç Sevr Antlaşmasının kendisine bıraktığı bütün güney bölgelerden çekilmesi, Türkiye ile eğitim, ticaret ve sanayi alanında yakın ilişkiler kurmasına karar veriliyor. Bu teminata rağmen Fransanın İtilaf Devletleri arasından çekilmediği açıktır. Britanya İtalyadan sonra asıl büyük darbeyi Fransadan yemiştir. Temmuz ortaları bu antlaşmanın gerçek anlamda şekillendiği ve kararlaştırıldığı günlerdir. Başladıktan sonraki ikinci yılında Anadoludaki Türkiyenin en büyük başarısı buydu. Bugünlerde Fransa bu olayı hatırlıyor, demek ki bir yakınlaşma eğilimi başladı.
Bu yazı 5,683 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
20 Kasım 2011
Ülkeyi ıslah eden padişah
-
13 Kasım 2011
Büyük savaşın bitişi
-
6 Kasım 2011
Padişaha bayramda at hediye edilirdi
-
30 Ekim 2011
Temel ilke: Eser yerinde ağırdır
-
23 Ekim 2011
Bizim emperyal prensesimiz
-
16 Ekim 2011
Bakü günleri
-
9 Ekim 2011
Türkiyenin anayasaları nasıl hazırlandı?
-
2 Ekim 2011
Gençler onu iyi izlemeli
-
25 Eylül 2011
Hiçbir zaman efsaneleşmedi
-
18 Eylül 2011
Bir asır sonra Trablusgarp Savaşı
-
11 Eylül 2011
Kamhi ailesine yapılan çirkinlik
-
4 Eylül 2011
Zamanın farkında olmak
-
28 Ağustos 2011
Ağustos ayı ve II. Dünya Savaşı
-
21 Ağustos 2011
Çokbilmişler ve İstanbulun kamusal binaları
-
14 Ağustos 2011
Hataydaki büyük görgüsüzlük
-
7 Ağustos 2011
Güney İtalya ve Osmanlılar
-
31 Temmuz 2011
Norveçteki caninin bize gösterdikleri
-
24 Temmuz 2011
Türk dostu Macaristan veliahtı
-
17 Temmuz 2011
Cem Sultanın trajik hayatı
-
10 Temmuz 2011
Kudüsün fethi
Yorumlar
+ Yorum Ekle